- Dünya Sağlık Örgütü’nün tahmini verilerine göre dünyada her yıl uygulanan 46 milyon “isteyerek gebeliği sonlandırma işleminin” (kürtaj) 20 milyon kadarı güvenli olmayan koşullarda uygulanmakta ve bunların sonucunda yaklaşık 80.000 kadın yaşamını yitirmektedir. Bu ölümlerin tamamına yakın kısmı yasaların kürtaja izin vermediği veya aile planlaması hizmetleri sunumunun yetersiz olduğu ülkelerde meydana gelmekte.

- Yasal adı Türk Ceza Kanunları’nda “çocuk düşür(t)me”, Nüfus Planlaması Hakkındaki Kanun’da ise “gebeliğin sonlandırılması”.

- Türkiye’de kürtaja ilişkin hukuki düzenlemelerin gelişimi “tamamen yasak”, “tıbbi zorunluluklar halinde serbest” ve “10. haftaya kadar serbest” şeklinde üç aşamalı.

- 1923-1965 arası tamamen yasak dönemi: Gebeliği sona erdirme her ne sebepten olursa olsun tamamen yasak! Kürtajın yanında gebeliği önleyici tedbirler (doğum kontrol yöntemleri) de bu dönemde yasaklanmış. Hatta propagandasını dahi yapmak yasak. Yani her şekilde doğurman isteniyor! Hatta altı çocuğu hayatta olan kadınlara devlet tarafından para ödülü veya madalya veriliyor. Çıkış noktası, dönemin doğumların artmasını destekleyen nüfus politikaları. Ancak gayet iyi biliniyor ki o dönemde de kürtaj yapılıyor.

- 1965-1983 arası geçiş dönemi: İzlenen doğum yanlısı politikalara bağlı olarak 1955-1960 yılları arasında nüfus artışının en yüksek seviyeye çıkması ve bunun yol açtığı sosyal ve ekonomik sorunların, kadın ve çocuk sağlığının gündeme gelmesi sonucu doğum kontrol yöntemlerine izin veriliyor ve yalnızca “gebeliğin ana hayatını tehdit ettiği veya edeceği, ceninin gelişmesini imkânsız kılan veya doğacak çocuk ile onu takip edecek nesiller için ağır maluliyet teşkil edecek hallerde” kürtaja izin veriliyor. Tıbbi zorunluluklar dışında gebeliğin sonlandırılması halen yasak. Propaganda yasağı ile para ödülü/madalya uygulaması da kaldırılıyor. Ancak gayet iyi biliniyor ki bu dönemde de kürtaj yaygın bir şekilde yapılıyor.

- 1983-2012 Sınırlı Serbesti Dönemi: Gebeliğin sonlandırılması eylemleri belli şartlara bağlı olarak suç olmaktan çıkartılıyor. “Gebeliğin onuncu haftası doluncaya kadar annenin sağlığı açısından tıbbi sakınca olmadığı takdirde istek üzerine rahim tahliye edilir” hükmü ile kürtaj, Türk Hukuku’nda yasal oluyor. Gebelik süresi on haftadan fazla ise, ancak annenin hayatını tehdit ettiği veya edeceği veya doğacak çocuk ile onu takip edecek nesiller için ağır maluliyete neden olacağı hallerde, gerekçeli rapor ile kürtaja izin var. Tecavüz sonucu gebe kalınmışsa 20 haftaya kadar izin var. (Kaynak: İstanbul Üniversitesi Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Programı Öğrencisi Ayşe Aydın Şafak’ın çalışması)

- Türkiye’de kürtaj yasağı fiili olarak uygulanıyor aslında. Kürtaj sadece Aile Planlaması Merkezi bulunan devlet hastanelerinde yapılabiliyor. İstanbul’da sadece iki devlet hastanesinde yapılırken, Van’da hiç. Özel hastanelerin bir bölümü ise yapmıyor.

*****

Bırakın bu “can” severlik numaralarını

Hemen hemen her kadın çocuk sahibi olmak ister. Kürtaj her kadın için acı verici bir süreçtir. Buna karşın kürtaja hiçbir zaman hamile kalmayacak erkekler karşı çıkıyor. Ancak kadını kürtaja mecbur edenler aslında yine erkekler. Gebe bırakan onlar, çocuklarına sahip çıkmayan yine onlar, kürtaj cinayettir diyen yine onlar.

Kürtaj cinayettir diyorsunuz. Peki kadınlara nitelikli sağlık hizmeti götürebiliyor musunuz? Okullarda doğum kontrol yöntemleriyle ilgili eğitim veriyor musunuz? Bu yöntemler kolay ve ucuz erişilir durumda mı? Erkekleri sorumlu yetiştiriyor musunuz? Bu ülkede “gerçek aile bilinci” var mı ki her günahın vebalini yine kadınlar çekiyor? Peki siz “merdiven altı kürtajın” vebalini taşıyabilecek misiniz? Yasakladığınız ve yetersiz sağlık koşullarında kürtaj olduğu için ölecek on binlerce kadın sizi gerçekten ilgilendiriyor mu?

Ceninin yaşama hakkı var da doğmuş, büyümüş olana niye bu hak tanınmıyor? Dağdaki asker, tersanedeki işçi, biber gazı sıkılan vatandaş, hapishanedeki mahkzm, Uludere’deki Kürt, sokaktaki kadın? Bunların yaşama hakkı yok mudur? Peki ya doğanın? Dağdaki kuşun, ayının, tilkinin?

Kimi kandırıyorsunuz... Bırakın bu “can”severlik numaralarını... Termik santrallerle, HES’lerle her yerin canına okumaktasınız. Nükleer santrallerle radyasyona da boğacaksınız evelallah. İki başlı, beş kollu bebelere de siz mi bakacaksınız? Tarım ilacıyla zehirlenmesine izin verdiğiniz halkınız on on beş yıl sonra kanserden sapır sapır dökülürken bakalım yatacak yeriniz olacak mı...

(Vatan gazetesinden alınmıştır)