Sabaha karşı alçaktan seyreden bir uçağın sesiyle uyandım. Sanki çatıya konacakmış gibiydi. Rüzgârın ve pencereye vuran yağmurun sesi huzursuz etti beni. Derken odanın kapısı açıldı, küçük ayaklar pıtır pıtır koşarak gelip giriverdi yorganın altına. “Korktum anne seslerden” dedi... “Korkma” dedim...

“Korkma hiçbir şey olmaz...”

Hemen uyuyuverdi...

Kızımın tatlı uykusunu izlerken benim uykum açıldı iyice...

***

“Acı acıyı çeker...” Unutmadan yazayım şu cümleyi dedim. Sonra nasılsa unutmam diyerek yataktan kalktım. Cümlenin devamı aklımdaydı mutfağa geçtiğimde. Hatta salonun penceresinden ışıklar içindeki caddeye bakarken de. Üşüyüp hırkama sarınırken de yazıyordum zihnimde yazımı... Bir müzik dinlemek için, eski CD kutularını çıkardım dolaptan. Yıllardır elimi sürmediğim bir kutuydu. Bakalım neler varmış derken kızımın iki yaşını çektiğim görüntüleri aktardığım bir CD buldum...

Kızımı yıkarken, babasıyla seyahatten döndüğümüzde, evde yemek yerken, yakın arkadaşım Veda’nın oğlu Söz’le ikisi halının üzerinde oyun oynarken...

Sabahın o saatinde oturdum izlemeye başladım...

***


Allahım ne çok hata yapmışım ben...

Çocuğu böyle yıkamak da neyin nesi? Kızımın babasına, anneme, kız kardeşime karşı kurduğum, sözde gayet normal ama özde acıtıcı bu cümleler peki? Kızımı bırakıp seyahate gittiğimde kapıda beni karşıladığı andaki o burukluğu, sevinci? Ben yokken ateşlendiği gece teyzesi onu okşayıp,uyutmaya çalışırken onun “ennne” diye sayıklaması? Aile büyüklerinin uyarılarına asla kulak asmayışım? Bu kadar mı hırçınmışım ben? Sabahın köründe uçak dürtmüş sanki, kalkıp bunları neden izlediysem... Bir daha asla kızımın iki yaşını yakalayamayacağım...

***

Ama o kadar da kötü değilmişim sanki... (Pek becerikliyimdir kendime haksızlık etmek konusunda...) Oysa bir sürü iş yapmama rağmen yine de anneme,

kardeşime, akraba ve arkadaşlarıma, herkese yetişiyormuşum neşemle. Ne güzel öğretmişim kızıma bir dolu şeyi... Oyun kurmayı, konuşmayı, şarkı söylemeyi, yemek yemeyi... Yorgun görünüyorum ama sürekli... Bir gece ikimiz de nezle olup uyuyakalmışız kızımla. Kardeşim çekmiş ikimizi... Ben de çok hasta olmama rağmen bir elim kızımın alnında, bir kolumla onu kucaklamış kontrol ediyorum ha bire... Ne çabuk geçmiş zaman...

***

Kızımın okula gitme vakti geldi. Karanlıktı daha. Uyandırdım... “Hadi kızım” diye fısıldarken kulağına, o dört yaşından beri her sabah okula giderken söylediği şeyi tekrarladı: “Ama anne daha çok erken ve ben daha çocuğum” Ayaklarını sürüye sürüye kalktı ve yarı uykulu hazırlanmaya başladı...

Az önce izlediğim görüntülerdeki kıvırcık saçlı, koca gözlü bebek şimdi aynaya bakarak saçlarını fırçalayan bir genç kız adayı...

Bense... İçinizde kimileri gibi ömrünün tüm kayıtlarını zihninde tekrar tekrar izleyip, kendisini ve geçmişini ve gelmiş geçmiş herkesi yargılamaktan, bir daha en baştan, yeniden yargılamaktan bir türlü vazgeçemeyen biriyim. Kadınlara özgü bir hastalık olsa gerek...

***

Bütün ömrümüz görüntülü kayıtlara geçseydi... Bizim gibiler için hayat daha da zor olurdu kuşkusuz. “Öyle” görünmemeye çabalarken bir bakmışız kanat takıp geçmiş zaman... Biz de bir daha hiç 13, 23, 33 olmayacağız...

Durdurulamaz bir hızla geçecek zaman... Çok zayıf, çok güzel, çok başarılı, çok görkemli görünsem ne olacak?

Okul servisinin ardından baktım...

Mutfakta büyük bir dilim cevizli kek vardı. Kış aylarının haftalar süren diyetine aldırmadım, oturdum yedim. Pişman değilim. Geçmişten gelen büyük pişmanlıklar daha çok ağırlık yapıyor bünyede... Ben bir pişmanlık obeziyim... Bir dilim kekin sözü mü olur?