Son birkaç gündür terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’ın İmralı’da olup olmadığı tartışılıyor.

Fitili ateşleyen MHP Genel Başkanı Bahçeli oldu. Bahçeli kimsenin aklında yokken “Apo canisi İmralı’da mı değil mi?” diye sordu.

Normal bir ülkede eğer bir muhalefet lideri bu tür bir iddiayı ortaya atarsa hükümet hemen harekete geçer.

Yapması gereken açıklama şudur; “Bir muhalefet liderinin böyle bir kuşkuya düşmesi üzücüdür. Ancak bilgi nereden gelmiş olursa olsun böyle bir şeyin olamayacağını bilmesi gerekir. Buna rağmen biz bu muhalefet liderinin sorusunu hemen yanıtlıyoruz.”

Ardından İmralı’dan o gün çekildiği anlaşılan (örneğin Öcalan elinde o günün herhangi bir gazetesini tutarken çekilmiş) bir fotoğrafı servise koyardı.

Oysa hükümet ne yaptı? Başbakan çıktı Bahçeli ile dalga geçer gibi “Çok mu meraklı, gitsin görsün o zaman” dedi.

Başbakan’ın bu tavrı bile “güvenilirlilik” düzeyine gölge düşürmüştür.

Ancak olay bununla kalmadı. Aydınlık Gazetesi 4 gün boyunca “teaser” denilen “meraklandırıcı” spotlarla “Apo nerede?” diye sordu.

Sonunda haberini yayınladı; Öcalan zaman zaman Bursa’daki MİT Bölge Müdürlüğü’ne götürülüyor ve burada bazı kişilerle görüştürülüyor.”

Bir gün sonra ise Öcalan’ın lüks bir yatta bazı Amerikalılarla görüştüğü haberi yayınlandı.

Elbette bu haberler Adalet Bakanlığı tarafından yalanlandı. Daha sonra Bursa Valiliği de bir yalanlama yayınladı.

Açık söylemek gerekirse, Öcalan’ın İmralı’da olduğu konusunda bir kuşku yok.

Bu nedenle bugün yarın İmralı’dan bir fotoğraf servisi de yapılabilir.

Aslında iddia Öcalan’ın salıverildiği şeklinde değil, ara sıra dışarı çıkarılıp bazı görüşmeler yapmasının sağlandığı şeklinde.

KCK davasının iddianamesine bakıldığında bu ihtimalin hiç de olasılık dışı olmadığı ileri sürülebilir.

Çünkü bu iddianamenin 27 sayfasında Öcalan’ın yaptığı bir konuşmadan bazı bölümler verilmiş. Şöyle diyor terör lideri; “Çok önemli garantiler verilirse ben buradan gidip arkadaşlarla tartışırım, duruma el koyarım. Gidip arkadaşlarla devlet şunu şunu söylüyor, bu konuları gidip kendileriyle tartışırım ona göre çözüm yönünde adım atılır.”

Yani örgüt lideri, Başbakan’ın görevlendirdiği kişilerin bir oraya bir İmralı’ya gitmesi yerine kendisinin dışarı çıkarılmasını ve örgütün diğer liderleriyle yüz yüze görüşmek istediğini belirtiyor.

Hükümet bu talebi yerine getirmiş olabilir.

Yani Öcalan elbette serbest bırakılamaz ama bu tür görüşmeler yapması için ara sıra dışarı çıkarılabilir.

Bütün bunların üstüne Sabah Gazetesi’nde yayınlanan bir haber de kuşkuları artırıyor.

Habere göre Öcalan devlete bir mektup yazarak avukatları ile görüşmek istemediğini, çünkü avukatların sözlerini çarpıttıklarını, bu nedenle Oslo sürecine katılanlarla görüşmesinin daha iyi olacağını söylüyor.

Bu görüşmeleri sürdürenler de “daha pratik” olacağı için hem İmralı’daki hem yurt dışındaki liderleri bir araya getirip ortak toplantı yapmış olabilirler.

Bu elbette doğal değildir. Ortaya çıkması büyük skandaldır. Tedirginlik bundan galiba.

*****


Söz aile hekimlerinin

Geçen hafta bir okurumdan gelen mesajı yayınlamıştım. Okurum bağlı olduğu aile hekiminden gelen “hamileliğinizin takibi için bize gelmelisiniz” telefonuna “Benim kendi doktorum var” cevabını verdiğini anlatıyordu.

Aile hekimi ise bunun üzerine okurumun babasını arayarak“Kızınız hamile ama bize gelmiyor, kendisiyle konuşun” demişti.

Okuruma ve tabii ki çok sayıda kişiye göre bu bir tür fişlemedir.

Yazım üzerine arayan bazı aile hekimleri bu durumun kendilerini de çok zor durumda bıraktığını belirttiler.

Anlattıkları şu: Yasa gereği herkesin bir aile hekimi var. Sağlık kayıtları burada tutuluyor. Hamile bir kadın doğum aşamasına kadar olduğu gibi gerekli aşıların yapılması için doğan çocuklar da 5 yaşına kadar izleniyor.

Burada sorumluluk aile hekiminde. Bize kayıtlı olan vatandaşlardan birinin hamile olduğu bizim kayıtlarımıza geçtiği an bu aynı zamanda Sağlık Bakanlığı’nın da kaydı oluyor.

Bu durumda doğum ve çocuğun 5 yıllık takibi başlıyor. Eğer kadın bizden habersiz kürtaj yaparsa aile hekiminin başı derde giriyor.

Takip edilmeyen hamileler nedeniyle soruşturmaya uğradığımız gibi maaşlarımızdan kesinti hatta meslekten men cezaları bile gelebiliyor. Okurunuz kendi açısından haklı görünebilir ama bizim durumumuzu da düşünün.

*****


Cevap yok ama maaş var

Meclis’te gece yarısı torba kanunla yapılan düzenlemeye göre terör olaylarında hayatını kaybeden sivillere de maaş bağlanmasına karar verildi.

Buna göre terör mağduru sivillerin ailelerine 740 lira aylık bağlanacak.

Yasanın çıkarılmasında Uludere olayının etken olduğu belirtiliyor. Uludere’de bombalanarak öldürülenlerin ailelerine tazminat verildikten sonra şimdi de maaş bağlanmış oluyor.

Devletin bu tür mağduriyetleri gidermek için çaba harcaması elbette çok olumlu bir girişim ancak, Uludere olayındaki gerçek henüz çözülmemişken maaş bağlanması örtülü bir suçu kabullenme gibi duruyor.

Keşke maaş bağlanırken Uludere ile ilgili sorulara da bir cevap verilseydi.

1- Uludere istihbaratı kimden geldi?

2- İstihbaratı kim değerlendirdi?

3- Vur emrini kim verdi?

Şu sıralar kendi kendime “Ahh” diyorum “bir Amerikan gazetesinden arkadaşım olsa da” bu soruları ona sordurabilsem.

*****

“Darbeci kurtulamaz”

Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması hararetle tartışılırken gözler ister istemez devam eden bazı önemli davalara çevriliyor.

Aziz Yıldırım kararının emsal olması halinde devam eden mahkemelerde hiç tutuklu kalmaması gerekiyor aslında.

Yeni yasanın ne getirip götürdüğıü de henüz pek belli olmadığı için iktidar kanadı şu sıralar “merak etmeyin” rahatlatması peşinde.

Ancak bunda da ölçü kaçıyor. Örneğin Bekir Bozdağ açıklama yapmış “Merak etmeyin darbeciler kurtulamaz” diyor.

Kastettiği Ergenekon ve Balyoz davaları.

Bekir Bey’e göre hâlen yargılananlar “darbeci.”

Yargının bağımsızlığı, suçluluğu kanıtlanana kadar sanığın suçsuz sayıyacağı gerçeği Bekir Bey için bir şey ifade etmiyor.

Yandaşlardan gelen eleştirileri göğüslemek için “çalakalem” konuşma hakkını kendinde buluyor.

Buna da Türkiye’de “hukukun üstünlüğü” deniyor “ileri demokrasi” nutukları atılıyor.

*****

Samsun’da yaşanan TOKİ faciasından sonra insan ister istemez düşünüyor: “Depremlerden sonra TOKi’nin yaptığı ‘kalıcı konutlar’ sakın ‘gidici’ olmasın?”
(Gani Yıldız)

(Vatan gazetesinden alınmıştır)