Avrupa’ya devlet ziyareti yapan ilk padişah Sultan Abdülaziz Han’dır. Abdullah Gül’ün İngiltere’ye gidişi, Abdülaziz’in Londra seyahati hakkında yapılan hatalı yorumları hatırlattı

Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül ve refikalarının Birleşik Krallık’ı ziyaretleri (yılda sadece iki devlet başkanının davet edildiği açıklandı) basında birtakım tarih spekülasyonlarına konu oldu. Bunlardan birincisi; Abdülaziz Han’ın Londra’da City Hall’da Rusya sefiresinin dansını çok beğenip kadını hususi dans ettirmesi. İkincisi ise padişahın uzun nutkuyla kraliçenin canını sıkması. Tarihi olay nakliyle menkıbeciliği birbirine karıştıran iletişim dünyamız bu gibi hataları sık yapar. Sultan Abdülaziz Han okul kitabından tutunuz, Wikipedia’ya kadar her yerde oldukça değişik ve yanlış verilen bir portredir. Bu gezinin çerçevesinde kendisini, özelliklerini betimlemek gerekir.

Daha önce Mısır’a gezi yapmıştır. Bu, Hidivlik Mısır’ında Osmanlı’nın gücünü ve hakimiyetini göstermek amacını taşır. En azından protokolde kimin üstün olduğunu Mısır halkı görmüştür. Bu bir dış gezi sayılmazdı çünkü Mısır imparatorluğa bağlı yarı özerk bir eyalet statüsündeydi. Dolayısıyla Mısır’ı alan Yavuz Sultan Selim Han’dan sonra oraya giden ilk padişah olsa da babası II. Mahmud gibi bir iç gezi yapmış sayılır.

Fakat 21 Haziran 1867’de Marsilya’ya, Paris sergisinin açılışından sonra da 11 Temmuz’da İngiliz toprağına ayak bastı. Padişahı karşılayan orkestra bizzat kendisinin bestelediği marşı çalıyordu. Şüphesiz asrın büyük eserleri arasında sayılmaz ama bugün bile yeniden icra edilen “Valse Davet” gibi parçaları vardır. Padişah üstelik iyi bir ressamdı. Fransa ve İngiltere’de başta imparatoriçe Eugenie gibi birçok zarif ve seçkin aristokratın beğenisini kazandı.
Rıhtımdaki karşılama: “Yaşasın Türk hakanı”

Veliaht Murat Efendi de bu beğeniyi perçinledi. Geleceğin Sultan II. Abdülhamid’i de ikinci veliaht olarak heyetteydi. Bizzat Mehmet Emin Ali Paşa ve Keçecizade Fuat Paşa gibi bütün Avrupa’nın hayranlığını kazanan diplomatlar, tecrübeli hariciyeciler, bu arada Kraliçe Victoria’nın çok beğendiği büyükelçi Kostaki Munurus Paşa’nın bulunduğu yerde olmadık protokol hataları olmaz, olmadı da. Ali Kemali Paksüt Bey’in naklettiği gezi günlüğünde ilginç pasajlar vardır. Kraliçe Victoria torunlarından birini veliaht Murad Efendi ile (geleceğin V. Murad’ı) evlendirmek istedi. Fuat Paşa bu isteğe bayıldı, padişahın cevabı ise “tövbe estağfurullah” oldu. Sultan Abdülaziz Han’ı Budapeşte’de Macar ayanı büyük bir özlem ve hürmetle karşıladı. Vakı’a Avusturya-Macaristan’da çifte monarşi rejimine geçilmişti ama Macar soyluları ve aydınları arasında Türkler hakkında farklı ve hayırhah bir hava vardı. Onu rıhtımda “Yaşasın Türk hakanı” diye karşıladılar.

Abdülaziz Han’ın Avrupa seyahati Belçika, Hollanda, Almanya gibi ülkeleri de kapsadı. Richard Wagner’e Bayreuth opera binası için önemli bir bağışta bulundu. Bu gezi bir şark senyörünün acemice bir gezisi değildi; 46 gün içinde Osmanlı Türk hakanı üniversal protokole uygun ve kendine has bir zarafeti sergiledi. Tek noksan maalesef gerek hükümet gerekse Kostaki Muzurus Paşa dışında hükümet erkanının, devrin gereği bu geziye eşleri olmadan katılmasıdır. 19’uncu asır protokol aleminde bunun kendine göre garip bir istisna olduğunu belirtmek gerekir.

Şaire tarihçi olarak başvuramayız
Necip Fazıl Kısakürek Türk dilinin hiç tartışmasız en büyük şairlerindendir. “Kaldırımlar”ı okuyup sevemeyecek bir
Türk ve doğru yapılmış bir tercümesine hayran olmayacak bir gayri-Türkün tasavvuru mümkün değildir. Üslubuyla kitleleri ve bir dönemin gençliğini sürüklemiştir.

II. Abdülhamid Han ve sonra Sultan Vahdettin için yazdıklarını tefrika halinde okurdum. Derken şiirindeki ölçüyü, dengeli ağırlığı
bu yazılarında bulamadığımı fark ettim.

II. Abdülhamid onun tarafından sahneye de çıkarılmıştı. Tiyatroda çizilen çığırtkan Abdülhamid Han, tarihte de edebiyatta da olmamalıydı. Her söylediğinin bir ağırlığı olan, susmayı konuşmaktan daha etkili hale getiren Avrupa’nın büyük diplomatı böyle çizilemezdi. Üstadın kendi Abdülhamid’ini yarattığını araştırmalarımda daha iyi gördüm. Pekalâ, şair ve edipten tarihçi titizliğini bekleyecek değildik ama kantarın topunu da kaçırıyordu. Maalesef tarihi drama ve tarihçilik başka bir platform. Sahip olmakla iftihar ettiğimiz bu şaire tarihçi olarak başvuramayız. Bazı konuların hassasiyetini hatırlamak zorundayız.
Dersim üzerinde yapılacak araştırmaların genişletilmesi isabetlidir. Basınımızdaki dünyadan habersiz bazı sütunların ise “Tebrik ederiz ama...” üslubuyla hem iktidara hem muhalefete saldırısına herkesin dikkatini çekmek benim de görevimdir. Tabu delmek dünyadan habersiz acemilerin işi değildir. Herkes için çok tatsız neticeler doğurur.