5 Ekim'de Türkiye'nin 33 ilinden yükselen patlama sesleriyle 'kentsel yıkımın' başladığından haberdar edileceğiz.

33 ilde aynı anda dinamit patlatma yönteminin de kullanılacağı bu 'ulusal toplu yıkım' Cumhuriyet tarihimizin en büyük kentsel dönüşümün projesi olarak sunulurken...

Çevre ve Şehircilik Bakanı kendi müteahitlik kariyerinde harcını midye kabuğuyla kararak inşa ettiği binaların bile ne kadar riskli olduğundan dem vurarak ekimde yıkımların törenlerle başlayacağını söylüyordu.

AKŞAM Gazetesi'nden Çiğdem Toker'in haberinde Bakan 'Çok ses getirecek bir başlangıç yapacağız, kentsel dönüşüm değil rantsal dönüşüm diyenler bana gelsin anlatsın, kime rant sağlıyoruz' diyordu.

Geçen hafta ise Bakan, Türkiye Müteahhitler Birliği'nde yaptığı konuşmada 'Bu yasa eğer vatandaşa rant sağlayacaksa sağlasın helal olsun' sözlerine ekimde başlayacak yıkımların valilik denetiminde kolluk kuvvetlerince yapılacağını ekliyordu.
Otoriter Afet Yasası, 'esası' icabı gereği kolluk kuvvetleri takviyesiyle şimdiden sayısı 80'e varan yıkım firmasının dinamit patlatma yöntemiyle yürürlüğe giriyordu.

Elbette vatandaşın mülkiyet hakkına direkt el koyan 'afet riski taşıyan kent alanlarının dönüşüm' yasası, 6.5 milyon binanın önce yıkılıp sonra yapımıyla 10-15  yıl boyunca her yıl 42 milyar dolarlık kaynak aktarımıyla 700 milyarlık dolarlık yekuna ulaşıyordu.
Ve bu yüklü meblağın olduğu yerde doğa yasası gibi rant olacak kapitalist tarihe altın harflerle 'kentsel dönüşümden' nasıl sermaye birikimi yarattığımız yazılacaktı...

Bilindiği üzere 'proje bütünlüğü' gereği riskli binalarla birlikte çevredeki sağlam binaların da yıkılacak olması, her bir çürük binanın etrafındaki en az birkaç risksiz binanın da yıkım stokuna katılmasıyla 'ferah feza konut arsalarını' ortaya çıkaracaktı.
TÜİK'nin açıkladığı 2012 yılının son çeyrek büyümesi yüzde 2.9 düşerken geçen yılı yüzde 11.3'le kapatan inşaat sektörünün büyümesi yüzde 0.4'e inmiş hem arz hem talep gerilemesi yaşayan sektör 'Afet Yasası'nı beklerken bayağı gerilmişti...
Ne de olsa İngiliz The Guardian gazetesine haber olan TOKİ- Fatih Belediyesi'nin Sulukule'de ortak yürüttükleri 'kentsel dönüşüm projesinin' rantı öyle böyle değildi...

Sulukule'nin 60 km öteye iskan ettirilen Romanlardan 15-50 bin TL'ye alınan konutların yerine inşa edilen 116 metrekare dairelerin, 950 bin TL'ye satılması yabancı basının bile ilgisini çekmişti.    

Afet sadece 'depremle' eşleştiren, depreme karşı koruyucu önlemleri de 'sağlam, riskli, fark etmez bina yıkımıyla' sınırlayan Afet Yasası'yla birlikte Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İl Müdürlükleri 'bankalaşarak' evleri yıkılan geliri asgari ücretin altındaki vatandaşlar 30 yıla kadar ev borçlarını ödeyeceklerdi. Tabii ki  TÜİK verilerine göre 19 milyonu borcunu çeviremeyen 44.7 milyonu taksit ve borçla yaşayan vatandaşlar kredi borcunu, aidatı, bahçe bakım giderini, temel yaşam ihtiyaçlarını bile karşılayamazken nasıl ödeyecek ya da ödeyemedikleri zaman nereye gideceklerdi?
Öte yandan vatandaşın yasaya hukuki itiraz yolu kapalı ve yıkıma karşı olan vatandaş da Türk Ceza Kanunu'nca 'Suç amaçlı örgüt kurma' suçuyla yargılanacaklardı.

Oto yollarında araçların yüzdüğü, dere yataklarında TOKİ konutlarının yükseldiği, fay hatlarına nükleer santral kuran, milli parkta termik santral diken, zehirli dağ ve nehir beldesi Türkiye, 'Afet' kavramını ekonomik konjonktür gereği 'sağlam, çürük, fark etmez bina yıkımına' indirgemişti... 
Ama Afet Yasası 4+4+4 uygulamasına benzer zengin / yoksul karşılaşmalarını engelleyen ciddi bir toplumsal mimarlık mantığına da sahipti, kentliler sosyo ekonomik düzeylerine göre yaşam alanları mekansal ayrıştırılırken...

Hem kent merkezlerindeki rantlı arsalar boşaltılarak 'ortalık  temizlenip' sermayeye kaynak aktarımıyla yani ulusal boyutta mülkiyet el değiştirecek hem de ekonomik büyüme inşaat sektörünün vinçleriyle kaldırılacaktı...

(Akşam gazetesinden alınmıştır)