DEVLET gücüyle toplumun belli bir düşünceye göre şekillendirilmesi, tek tipleştirilmesi Fransız İhtilali’nden gelen bir ‘model’dir ve bizdeki son örneği 28 Şubat’tır.

28 Şubatçılara göre irtica Türkiye’yi teslim almak üzereydi. Mehmet Ali Birand ve Reyhan Yıldız’ın CNN Türk’te gösterilen ve kitap olarak da yayınlanan Son Darbe 28 Şubat adlı değerli belgesel çalışmasında net olarak anlatılıyor: Brifingleri dinleyenler “durum gerçekten vahimdir” duygusuna kapılıyor, askerler “gerekirse silah kullanacağız” diyordu! Psikolojik harekât teknikleriyle verilen brifingler müthiş bir “irtica korkusu” yaratmıştı.

Yargıtay da harekâtın bir aktörü haline gelmişti; Ecevit’in Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, “Yargıtay’ın aşırı yorumlarla ceza verdiğini” belirtiyordu, eleştirerek...

İran türü ayaklanma!

28 Şubat’ın beyin takımından Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya, TV’lerde ‘model’in temel algısını şöyle anlatıyordu:

“İrtica sokaktan gelecek, İran türü irticai ayaklanmalar olacak!”

İrtica her yeri sarmıştı, hatta “Refah Partisi tabanı silahlanıyor”du!

Bu paranoyaya kapılmak için İran ve Türkiye’nin tarihsel ve kültürel yapıları hakkında hiçbir şey bilmemek lazımdı! Gerçekten hiçbir tarihsel ve sosyolojik veri olmaksızın, “tehlike” saplantısıyla kaba benzetmeler yapılıyordu.

Güven Erkaya ile bir panelde karşılaştığımda tartışmıştık, bekledikleri irticai ayaklamaların olmadığını, teşhislerinin yanlış olduğunu söylediğimde şu cevabı vermişti:

“Refah Partisi şimdi Anayasa Mahkeme-si’nde... Dikkatli davranan irticanın, RP kapatılırsa nelere kalkıştığını görürsünüz.”

Bu vehimlerinin de boşa çıkacağını söylemiştim. (Milliyet, 25 Aralık 1997)

Evet, RP kapatıldı, bırakın ayaklanmayı, bir zabıta vakası bile olmadı.

Vatandaşlığı zorlaştırmak!

Neden bu kadar “irticai tehlike” evhamına kapılmışlardı? İşte “model”i anlamanın anahtarı bu sorudur.

Toplumdaki eğilimleri sosyolojik metotlarla anlamaya çalışmak yerine, dogmatik bazı soyut kavramlara göre toplumu tek tipleştirme ideolojisi, toplumdaki çeşitliliği “tehlike” hatta “iç düşman” gibi görmüştür.

Fransız devriminin berbat bir mirasıdır bu.

Bertrand Taithe’in belirttiği gibi, Fransız devrimcileri dar bir “yurttaş” tanımı yapmışlar, toplumdaki çeşitliliğe “iç düşmanlar” diye bakmışlardı! Birleştirelim derken, toplumun farklı kesimlerinin “Fransız kimliğini benimsemesini zorlaştırmışlardı” bu tavırlarıyla. (Citizenship & Wars, s. 104-109)

Bunun yarattığı tepkilerden Fransa yüzyıl süreyle çalkalanacaktı.

Cumhuriyetin evrimi

Bizim tarihi sürecimizde de devletin radikal laiklik ve kimlik siyasetleri, yarattığı tepkilerle sert gerilimlere yol açtı, bastırmak için başvurulan askeri müdahaleler yaraları azdırdı.
12 Eylül, PKK’ya geniş bir taban kazandırmadı mı, “kökünü kazıyorum” zannederek!

28 Şubat, milyonlarca vatandaşa “büyük gözaltı” uygulayarak geniş bir toplumsal tepkiyi tetikledi. Yargıtay Başsavcısı’nın “muhtar bile olamaz” dediği Tayyip Erdoğan’ın yüzde 50 oyla başbakan olması, devlet dediğimiz “merkez”in dışladığı “kenar”daki halkın tepkisinin bir ifadesidir.

Menderes’in “Yeter söz milletindir” hareketi de, Özal’ın liberalizm arayışı da böyleydi. CHP’nin cumhuriyetçilikten sosyal demokrasiye dönüşme sancıları da bundandır.

Artık “devlet eliyle” modelinin miadı dolmuştur. İşte 28 Şubat “bin yıl” değil, on yıl bile devam edemedi.

Fransa’da olduğu gibi bizde de devrimci cumhuriyetin evrimi, liberal cumhuriyete dönüşme yönünde oluyor. Bizim önümüzde daha epey mesafe var.

(Hürriyet)